Artık televizyon, çoğu insanın hayatında öyle büyük bir yer edinmeye başladı ki, neredeyse birçok kişinin salon ve oturma odaları dışında, mutfak ve yatak odalarına kadar girdi. Ev hanımları, mutfakta televizyon eşliğinde yemek yapar oldu. Gece uyku aşamasına geçmeden önce bile yatak odasındaki televizyonlardan, programlar izlenir hale geldi. Hatta bazıları televizyon açık halde uyumaya başladı. Pek çok kişi de, sofra adabını tamamen ortadan kaldırıp, eline yemek tepsisini alarak, salonda televizyon karşısında yemek yeme âdeti edindi.
Evlerde bu gelişmeler yaşanırken, teknolojinin gelişmesiyle birlikte, özel televizyon kanallarının sayısında da aynı paralel doğrultuda bir artış günümüzde hala devam etmektedir. Bununla birlikte, gün geçtikçe, televizyon kanallarının her birinde, mantar misali yepyeni dizi ve programlar yayınlanır hale gelmiştir. Kanallarda yayınlanan dizi sayısı çoğaldıkça, çoğunun kalitesi de maalesef oldukça düşmekte; dolayısıyla kalitesi düşen dizilerin de pek çoğu daha dördüncü bölümleri bile yayınlanamadan yayından kaldırılmaktadır. Dizilerin çok kısa sürede yayından kaldırılması ve dizi sektörünün içine girdiği dar boğazın sebepleri ise ayrı bir makalenin içeriğini oluşturur. Televizyon dünyasında yaşanan bütün bu sorunlar, set işçilerinden program-dizi yapımcılarına, kanal yetkililerinden reklam sahiplerine kadar, oldukça geniş bir kitleyi olumsuz şekilde etkilemektedir.
Bu konularla yakından ilgilenen biri olarak, hepimizin evinde demirbaş haline gelen televizyonlarda yayınlanan dizilerin hazırlanmaları ve sektörde işlerin nasıl yürüdüğüne dair pek çok konuya dair bilgiyi, bu yazımda paylaşmak istedim.
Türkiye’de televizyon izleme oranları, Avrupa ülkeleri ve Amerika’yı kat kat geçmiş durumda. Televizyon seyretme düzeyi, günlük olarak, Avrupa’da 1,5, Amerika’da 3, ülkemizde ise ortalama 11 saat. Televizyonu en fazla izleyen kesim de 45 yaş ve üstü kadınlardan oluşmakta. Bu sebepten dolayı, yapım şirketleri ve televizyon kanalları, yoğunlukla kadın hikâyeleri içeren diziler çekmeyi ön planda tutmakta.
Kanal yöneticileri, ellerine geçen senaryoların tamamını okumuyorlar. Onlar için önemli olan balya balya senaryo okumaktan ziyade, senaryoda geçen hikâyenin tema cümlesi. Bu konuda gündemdeki bir diziden örnek vermek gerekirse; Fazilet Hanım ve Kızları dizisi için tema cümlesi: “Ömrünü yoksulluk çilesi çekerek geçiren ve genç yaşta dul kalarak, iki kızını çok zor şartlarda büyütmeye çalışan bir kadının, kurduğu zenginlik hayallerine ulaşmak amacıyla, kızlarının güzelliğinden faydalanması.”. Eğer kanal yöneticileri, bu cümleyi okuduklarında beğenip etkileniyorlarsa, senaryonun tamamını okuyarak, hikâyeyi hayata geçirmeye karar veriyorlar.
Dizilerde geçen olaylar, çoğunlukla halkın isteği ve tepkilerine yönelik bir biçimde tasarlanmakta. Televizyon kanalları da çeşitli araştırmalar ve reyting ölçümleri doğrultusunda halkın eğilimlerini belirlemekte. Örneğin reytingleri çok yüksek giden bir dizide halkın sevdiği bir kahraman kötü bir şey yaptığında, seyirci bu durumu benimsemezse, dizinin izlenme oranı birden düşebiliyor.
Eskiden dizilerde karakterler derinlemesine anlatılırken, şimdilerde bunun yerine yoğunluğu yüksek olaylar kurgulanıp, bu olaylar karşısında kişilerin nasıl etkilendikleri anlatılarak, karakterler tanıtılıyor. Gerçek yaşam öyküleriyle, izleyiciler daha yakın bağ kurduğundan, izleyicilerde “Bu durumda ben olsam ne yapardım?” düşüncesi ve olgusunu yaratacak olayları, kanallar daha fazla tercih ediyor.
Televizyon kanalları, programlarını hazırlarken izleyici kitlesinin tercihlerini, yaşam biçimlerini ve demografik yapısını da göz önünde bulunduruyor. İzleyici kitlesini bu ve benzeri başlıkları içeren konulara göre sınıflandırarak, programları o hedef kitlelere yönelik olarak yapıyorlar. Genel olarak kadın hikâyeleri ve son zamanlarda özellikle anne-evlat ilişkileri ve buna bağlı kurgulardan oluşan diziler revaçta. Kadın ağırlıklı dizilerin yanı sıra, “Çukur” ve “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” gibi diziler de, erkeklere yönelik olarak hayata geçirilmiş diziler arasında yer alıyor.
Bir de halkın içinde daha elit tabakada ve eğitim ve kültür düzeyi daha yüksek insanlar için farklı kanallarda yapılan bazı diziler mevcut. Bu farklı dizilerin izleyici kitlesi, birbirinin aynısı. Yani geçmişte Leyla ile Mecnun’la Kardeş Payı’nı aynı kitle izlemekteydi. Bu tarz diziler, daha çok bahsettiğim tarzdaki insanları memnun etmek için yapılıyor. Hatta bu diziler, yayınlandıkları kanallara çok fazla para kazandırmıyor. Çünkü şöyle bir gerçek de mevcut ki, bu tarz dizilerin izleyicileri, dizileri internet üzerinden daha çok takip ediyor. Buna istinaden, reklam şirketleri de bu dizilere verdikleri reklamları, bu bilinç doğrultusunda organize ediyor. Kanallar, bu tarz dizilerden çok fazla kazanç sağlayamasalar da, kadınlara yönelik yapılan dizilerin kazancıyla, bu açık kapatılıyor. Bu duruma, bir nevi zenginden alıp, fakire vermek de denebilir.
Birbirinin aynısı ya da çok benzeri işler de, özellikle farklı kanallarda eş zamanlı olarak yayınlandığında tutmuyor. Bu yüzden örnek olarak bir Ege dizisi tuttu diye peşi sıra 5 tane daha Ege dizisi yapmanın bir anlamı olmuyor. Ondan bir tane yapılmış zaten. Aynılarını yapıp izleyicinin karşısına koyarsanız, izleyici de sıkılıyor her kanalda aynı işi görmekten. Aslında eskiden bu konuyla ilgili bir taktik izlerdi kanallar. Herhangi yeni bir program çok tuttuğu zaman, birebir aynı formatta programdan diğer televizyon kanalları da yapardı. Sonuçta ilk yapılan programın reytingini sonradan yapılan benzerleri geçemeyeceği için buradaki maksat; aynı programdan çok sayıda ve farklı kanallarda yaparak, izleyiciyi bıktırmak suretiyle, ilk yapılan ve çok tutan programın da izlenmemesini sağlamak. Kanalların hala bu tuhaf taktiği izleyip izlemediği ise tartışılır.
Dizi sürelerinin kısaltılması ile ilgili olarak da, sürekli televizyonla ilgili tüm sektörde konuşmalar geçiyor. Ancak bu tamamen reklam gelirlerinin artması ile mümkün olabilecek bir husus. Şu anda reklam gelirleri çok yüksek değil ve bununla birlikte dizilerin de 60 dakikaya indiği düşünülürse, bunun 15 dakikası reklam olarak yayınlanacak. Dolayısıyla dizi süreleri azaltıldığında, şu andaki tutarlar üzerinden reklam ödemeleri yapılırsa kanalların çok zarar etmesi söz konusu. Bu, ancak reklamcılar ve yapımcılar – kanallar arasında yapılacak iyi anlaşmalarla ve reklam ücretlerinin artmasıyla mümkün hale gelebilir.
Televizyon dünyasıyla ilgilenenler ve özellikle senarist adaylarının bütün bu konuları göz önünde tutarak çalışmalarını hazırlamalarında fayda var. Aksi takdirde, aylarca uğraşıp didindikleri senaryo çalışmaları, hiç okunmadan, tozlu raflarda kalmaktan öteye gidemeyebilir. Ayrıca bu işlerin sadece İstanbul’da yapılabileceğine dair yerleşmiş olan yanlış bir düşünce var. Senarist adayları, yukarıda anlatılanlar dikkate alınarak, İstanbul dışından çıkan ve anlatılmaya değer projelerle de, televizyon kanallarına başvurabilirler.