Avrupa’da otomobil üretiminin endüstri haline gelmeye başladığı 19’uncu yüzyılın sonlarında, Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtı İstanbul’un Arnavut kaldırımı sokakları, henüz otomobil denen atsız arabayla tanışmamıştı.
Her türlü yeniliğe kuşkuyla bakan Padişah II. Abdülhamit, otomobilden özellikle çekiniyordu.
Saraya suikast amacıyla sessizce yaklaşmalarını önlemek için at arabalarının lastiklerini sökecek kadar evhamlı olan padişah, Sadrazam Avlonyalı Ferid Paşa’nın kendi şahsına otomobil alma isteğini de sert bir şekilde önlemişti.
Ferid Paşa böyle bir arzusu olmadığını kesin bir şekilde belirtmesine rağmen, ağır bir şekilde azarlanmış, arabasının tekerlekleri sökülerek Babıâli’ye Maliye Nazırı’nın arabasıyla gitmek zorunda kalmıştı.
At arabası ile suikast
Padişahın korkuları bir ölçüde doğru çıktı. Ancak suikast aracı bir otomobil değil, at arabası olacaktı.
21 Temmuz 1905 Cuma günü, Sultan İkinci Abdülhamit camiden saraya dönerken, bir arabaya konan bombanın patlamasıyla, 23 kişi öldü, 58 kişi yaralandı.
Yapılan araştırmada tahrip olan arabaların sahipleri bulundu ancak 17’nci arabanın kayıt numarası ve sahibine ulaşılamadı. İşin ilginç yanı, araba lastik tekerlekliydi.
Türkiye’ye ilk otomobilin gelişi
İkinci Abdülhamit’in tüm bu vehmine karşın ilk otomobiller yine onun döneminde getirildi.
1895 yılında gümrüğe getirilen otomobiller büyük şaşkınlık yaratmış, gümrük memurları tarifelerde henüz yer almayan bu araca kendiliğinden hareket eden anlamında, “zatü’l-hareke” adını vermişti.
1904 yılının Eylül ayında Reji İdaresi’nin ısmarlamış olduğu otomobilin gümrükten çıkışı da sorun olmuştu.
Demonte vaziyette üç sandık içinde gelen otomobilin önce ne olduğunu anlamaya çalışan gümrük memurları, tarifelerde gerekli yanıtı bulamayınca, hükümete danıştılar.
Konuyu değerlendiren Osmanlı hükümeti de, “İstanbul sokaklarının otomobil işlemesine müsait olmadığı” gerekçesiyle aracın kente girişini yasakladı ve geldiği yere iadesine karar verdi.